Popular Post

Popular Posts

Recent post



 -Hatırladığın en eski anın ne?
Uruha: Hmmm… Sanırım anaokulundaykendi… Hep annemin eteğinin altına girerdim. Sen de yapmaz mıydın?

-Hayır, hiç öyle yaptığımı hatırlamıyorum. (güler)
Uruha: Genelde uzun etek giyerdi ben de onun altına girerdim.

-Karanlıkta ve güvende hissetmek güzeldir herhalde.
Uruha: Bilemiyorum. (güler) Çocukluğumda çok şımartıldım diyebilirim. İki ablam vardı, ben en küçüktüm.

-O zaman daha ilgi ve şefkatle büyütülmüşsündür.
Uruha: Evet. İtiraf etmek gerekirse bence ablalarım şımarttı beni. Ne istesem hemen alırlardı doğum günümde falan. Ama bazen de kızarlardı.

-Kız kardeşlerini anlayabiliyorum. (güler)  Yani şımarık bir çocuk olarak büyütüldün.
Uruha: Evet. Hep uyum sağlayan kişi de bendim. Hala aynı huyum devam ediyor aslında. Hiçbir zaman işlerin başındaki o ‘yönetici’ kişi olmadım. Ailemle bir yere gittiğim zaman bile hep en arkadan takip ederim onları, önlerinden veya yanlarından gitmem. Küçükken de arkadaşlarımla oynarken hep bir şey yapılacaksa oyun eşim yapsın diye ona bırakırdım.

-Kim ne yapıyorsa ona ayak uyduruyorsun yani.
“Evet, öyle. Birileri “Nereye gidelim.” Dediğinde “Size kalmış.” Derim. Böyle alışmışım küçüklükten beri.

-İlginç bir şekilde neden bahsettiğini anlayabiliyorum.
Uruha: Hahahha. İlkokuldayken hep “uslu çocuk” diye çağırılırdım. Hiçbir şeye karşı çıkmazdım, çok itaatkâr bir çocuktum.

-Küçükken nasıl oyunlar oynardın en çok?
Uruha: Bazen evde bazen dışarıda oynardım. Ama genelde dışarıda “hareketli” olarak oynamayı tercih ederdim.  Super Famicom çıktığı zaman Mario oyunu çok revaçtaydı o zamanlar. Herkeste olduğunu görünce sinirle eve gelip “Ben de istiyorum.” diye etrafta tepinmeye başladım, sonra kapıya bir tekme atıp orada bir delik açınca babamdan hafif bir dayak yedim.

-Sonra Mario’yu aldırabildin mi?
Uruha: Bu konuda onları sürekli sıkıştırıp durdum. Ve en sonunda Mario’yu aldırdım! (güler)

-Dışarıda oynadığın oyunlara ne oldu peki?
Uruha: İlkokuldayken yeni bir şey gördüğüm zaman hemen ona bağlanıveriyordum. Dragon Ball Z. Gibi oyunlar oynuyordum. Ahh… çocukluk neden bu kadar eğlenceli ki? Hemen her şey dikkatimizi çekebilirdi, her şeyden heyecanlanırdık…Dağa gider, mağaralar keşfeder orada gizlice ateşle oynardık.. (güler) Ve evet böyle kötü şeyler de yapardım arada.

-O zaman küçüklüğünde ailen tarafından çok azarlanmışsındır?
Uruha: Hayır. Kızacakları bir şey yapsam da hiç yakalanmazdım. Mesela bir bardak falan kırsam hemen büyük bir ustalıkla oradan kaçardım kimse gelmeden.

-Bununla gurur duyuyor musun peki?
Uruha: Çok öyle sayılmaz, zaten bunları yapmayı da ben planlamıyordum, sürü psikolojisiyle hareket edince oluyordu. Kimseyi benimle böyle şeyler yapması için zorlamadım. Anladığın üzere ben genelde başkalarının peşinden giden bir tiptim. Ama bir keresinde bir şey yapmıştık ve yakalanmıştık. Babam da beni dışarıda, yerin dibine girene kadar azarlamıştı. Ailem öğrendiğinde aileler birbirinde özür dilemişti falan… Ailemi ağlattığımı görünce “Böyle yapmamalıydım.” Dedim kendi kendime ve kötü şeyler yapmayı bıraktım. İlkokuldaki sınıf öğretmenimin söylediği şeyleri de asla unutmuyorum. “Bundan sonra bir şey yapacak olursa ailenin o zaman nasıl ağladığını hatırla ve tekrar düşün.” İyi bir öğretmendi.

-Şu an ailene minnettar olduğun bir konu var mı?
Uruha: Küçüklüğümden beri hep sebze yememi söylemeleri olabilir (güler)

-Küçükken futbol oynuyordun, değil mi?
Uruha: İlkokulun ikinci senesi bir futbol kulübüne katılmıştım. Gerçekten orada çok eğlenceli vakit geçiriyordum. Antrenman yapmaktan nefret ediyordum ama maçlar çok eğlenceliydi. Ve Reita ile ge orada tanıştık.

-Anlıyorum, peki güzel oynuyor muydun?
Uruha: Neredeyse bir senedir oynuyordum o zaman. Yani yedek oyuncu gibi bir şeydim.

-Yani iyiydin. Peki Reita nasıldı?
Uruha: Reita, tanıştığımız zaman takımda yedeklerdeydi. Çok zayıf ve çelimsizdi. Şimdi kendinden çok emin konuşuyor ama yalan söylediği zaman hemen anlayabiliyorum. Bazen “Hey, numara yapmayı kes!” dediğim olabiliyor hatta (güler)

-Elinde kozların var ha? (güler) O zaman Reita ile zaman geçirirken eğleniyor olmalısın. (güler) Yani o zamandan beri yakın arkadaşlar mısınız?
Uruha: Hayır hayır, başta aramız çok iyi değildi. Tanıştıktan sonra şans eseri birkaç kez konuşmuşluğumuz vardır, ama hiçbir yakınlığımız yoktu. Ortaokulda kaynaşmaya başladık.

-Ortaokuldayken aranızda hiçbir şey değişti mi?
Uruha: O zamanlar derslerden ötürü bir stres sarmıştı bizi. Hani ailelerin eğitimi iyi diye liselere hazırlanmamız için gönderdikleri kalabalık okullar vardır ya... Ben de onların çok sıkı eğitim verenlerinden birine gidiyordum.

-Sanırım aileler çocuklarının iyi bir eğitim alıp güzel bir liseden mezun olarak elit tabakalarda yaşamlarını istediği için öyle yapıyorlar?
Uruha: Orayı hiç sevmemiştim, o yüzden bir süre sonra daha serbest eğitim veren bir okula devam ettim. Doğrusu orada geçen zamanlarım çok da eğlenceliydi… Birçok arkadaş edindim orada.

-Yani orada devam ettin eğitimine.
Uruha: Evet ama çok takmamıştım dersleri. (güler)

-O zaman okul seçiminde kendi kararını kendin vermen sonra ilgin olan alanlarda ilginin oluşmasında etkili oldu mu?
Uruha: Sanırım...öyle diyebiliriz. Çünkü LUNA SEA'yi ortaokulun ikinci senesinde tanıdım ve diğer gruplara ilgim de bu sayede yeşermeye başladı.

-Peki ilk kez nasıl keşfettin onları?
Uruha: Reita'dan bir CD alıp ROSIER'in klibini izlemiştim ve çok havalı gelmişti. Sugizo'yu görünce de gitarlara olan ilgim başladı ve sonra da ben de bir grupta yer almak istedim böylece. Ve aynı zamanda Reita da benim yaşadıklarıma benzer şeyler yaşıyordu bu konuda, onun da LUNA SEA'ye ve diğer gruplara olan ilgisi o zaman başlamıştı. Genelde birlikte takıldığımız arkadaşlarla toplanıp bir şeyler yapıyor ya da birilerimizin evinde toplanıyorduk. Hepimizin ilgi duyduğu enstrüman farklıydı, o yüzden aramızda herhangi bir sorun da çıkmamıştı.
 
-İlk kez ne zaman sahneye çıktın?
Uruha: Reita'yla ilk grubumuzu kurmadan önce okulda Bunkasai (**Japonya'da okullarda düzenlenen kültür festivalleri) için bir grupla sahne almıştım. Gergin olduğum dışında başka hiçbir şey hatırlamıyorum o gösteriyle ilgili. Ve spor departmanından bizi izlemek için gelen bir Profesör "Gitarda bayağı iyisin." demişti. Ben de "İyi de bu futbol değil ki..." diye düşünmüştüm.

-Tabii ki o kadar insan arasında tabii ki söyleyecek. (güler) Peki bir grupta çaldıktan sonra hayatın dramatik bir şekilde değişti mi?
Uruha: Bir grupta çalmaya başladığım zaman futbola olan bütün ilgimi kaybetmiştim. 'Beşimiz bir takımız' düşüncesi o zaman beni bu konudaki bütün  tereddütlerden uzaklaştırıp biraz içimi rahatlatarak "Ait olduğum yer burası" dedirttirmişti. Gerçekten de kendi isteğinizle yaptığınız şeyin verdiği keyfi başka hiçbir şey vermiyor.

-Ve buna rağmen hep başkalarının peşinden giden olan çocuk olarak mı kaldın?
Uruha: İleride hayatımız boyunca ne yapacağımızın kararını verirken "Herkes yapabiliyorsa ben de yaparım." dedim. Sonuçta bunu yapan tek kişi ben değildim.
 
-Evet yalnız değildin ama aynı amaç etrafında toplanmış beş kişiyle aynı anda çalışmak çok farklı.
Uruha: Doğru. Bir grubumuz olunca zaten bu çevrede çalışan birçok tanıdık da edinmiştik. Mesela üst sınıflardan biri bana bateri çaldırmıştı biraz Ya da part time bir işte çalışırken iş yerinin dışında buluşup konuşurduk biraz.

-Hangi part time işte çalışıyordun?
Uruha: Bir manavda çalışıyordum.

-Sarışın bir manav tezgâhtarı ha?
Uruha: Aslında bir bone ve önlük takıyordum. Her türlü sebze meyveyle iç içeydim.

-Tam bir manavcıydın yani? (güler) Sebzeleri sever misin peki?
Uruha: Hayır. (güler) Çok sevdiğimi söyleyemem ama maalesef manavdan başka yerde iş yoktu, yani pek iş seçme seçeneğim de yoktu... Ama iyi tarafından bakarsak bu sayede marul ve lahana arasındaki farkı öğrenmiş oldum.

-(güler) … Biraz konumuzdan alakasız olacak ama o zamanlar hiç hoşlandığın birileri var mıydı?
Uruha: O zamanlarda ortaokuldan itibaren sürekli birilerine aşıktım. Çok çabuk aşık oluyordum ve bu da beni endişelendiriyordu bazen. "Neden birinden bu kadar kolay hoşlanıyorum, nasıl bir bakıştan hemen etkileniyorum?" diye.

-Bu konuda hiç arkadaşlarınla konuştun mu?
Uruha: Hayır. Dalga geçerler diye korkuyordum, o yüzden de onlara hiçbir şey söyleyemezdim. (güler)

- Peki hiç onlardan birine açılıp çıkma teklifi ettin mi?
Uruha: Ortaokulda bir kıza teklif etmiştim. (güler) O yaşlarda kızlar yetişkin gibi görünüyor gözümüze, değil mi? Karşı taraf sizden hoşlandığı hissini veriyor ve bu bir kez oldu mu erkeğin gidip açılmaktan başka şansı kalmıyor. İşte başıma gelen de böyle bir olaydı. Beni de birlikte eve yürümek gibi şeyler çok utandırıyordu. Ama bana musallat olmuştu. “Hadi birlikte gidelim eve.” gibi şeyler diyordu sürekli. Bende “Ah.. peki..” diyordum. 

-Ne!!?? İlişkinizde baskın olan tarafın o olmasına izin mi verdin?(güler)
Uruha: Ama utangaç olmak da iyidir… Ele ele tutuşmak için doğru anın ne zamandı onu bile bilmezdim o zamanlar…

-Ne kadar da masum…
Uruha: Evet, masumdum ama zor tarafları da oluyordu masum olmanın. O yüzden çok da eğlenceli anlar geçirdiğimi söyleyemeyeceğim.(güler) Kontrolü elime almak istiyordum ama olmuyordu, bu da biraz üzüyordu beni.

-Ama sonra zamanla iyi bir ilişki yürütebilecek hale gelmişsindir.
Uruha: Sanırım. Ama galiba bu benden hoşlanan insan için bir şey yapmak istediğim içindi. Sanırım “ben böyleyim.” Demenin bir başka yoluydu benim içindi. Ayrıca bir süre sonra artık bir sohbet de başlatabiliyordum.

-Özgüvenin yerine geldiği için mi?
Uruha: Evet. Kendime güvenmeyi ve olayları tarafsız bir şekilde inceleyip değerlendirmeyi öğrendim. Bunlar sonucunda da bir bayanla konuşabilecek kadar özgüven kazanmış oldum.

-Girişkenlik konusunda bayağı bir yol kat etmişsin.
Uruha: Evet, ettim. (güler)

-İlk kez ne zaman çaldıklarını kaydettin?
Uruha: Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım lisenin ikinci yılında önceden manav yakınlarında muhabbet ettiğimizi söylediğim kişi elinde kayıt için gerekli aletleri olduğunu söylemişti, ben de öyle olunca ödünç alıp çaldıklarımı kaydedip dinledim.

-Hiç kendi parçanı bestelemeyi düşündün mü o zamanlar?
Uruha: Evet düşündüm ama o zaman böyle bir şey için tam olarak hazır olmadığıma kara verdim.

-O zaman ilk besten nasıl ortaya çıktı?
Uruha: Birden kendiliğinden oluverdi. Sonra bateri, bass ve ikinci gitar da eklendi üstüne. Müziğe söz yazmıyordum ama yine de bir şeyleri bestelemekten çok zevk alıyordum. Bahsettiğim kişi öğretti tabii ki bana bunların hepsini.

-O zaman onunla tanışman senin için gerçekten önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Uruha: Evet, önemliydi. O zamanki rubumuzun öğretmeni oydu. Tabii biz bunun farkına varıncaya kadar aramızdaki irtibat kopmuştu. Ama daha önceden memleketime gittiğimde neler yaptığını, nasıl olduğunu öğrendim birilerinden. Şu bahsettiğim kızdan da haberler aldım (ilk çıktığı kız), büyük ihtimalle o da benim nasıl olduğumu televizyondan falan biliyordur şimdi.

-Çaldığın parçaları hep SUGIZO’dan ilham alarak çaldın, değil mi? Peki o zamanlar bir gün SUGIZO gibi olabileceğini hiç düşünüyor muydun?
Uruha: Sanırım lise zamanlarında, amacıma, hayallerime kara vermeye başladığım zamanlarda öyle düşünceler vardı aklımda. Ama zaman geçtikçe hayallerim gerçek olmayacak gibi hislere kapılıyordum.

-Artık SUGIZO gibi olmaktan çok kendi tarzını şekillendirmen söz konusu galiba?
Uruha: Evet, öyle. Eskiden hep “Tokyo Dome’de konser vermek istiyorum!”, “Bunu yapabilirim.” Derdim.

-Geçmiş hakkında ne düşünüyorsun, o zaman şimdiki yaşantını nasıl etkiledi?
Uruha: Benim için o zamandan bu zaman en önemli şey hep yalnız çalışmamam oldu. Ve hala bu işi yapıyor olma sebebim de bu. Böyle düşünüyorum. Her zaman yanımda bir yoldaşımın olması en önemli şey oldu benim için. Ayrıca en küçük çocuk olduğum için sürekli yanımda birilerinin dolaşması da bunda etkili olmuş olabilir. Geçmişim böyle olmasına sebep oldu çünkü şu andaki beni hep birlikte hayal etmiştik. Hep birbirimizin yanında olarak. Eğer kendimi o zamanlar yalnız olarak hayal etseydim şu an hala bu işi yapıyor olur muydum bilmiyorum.

-Eğer lisedeki Uruha şimdiki Uruha’yı görse neler olurdu?
Uruha: Hmm… Sanırım “Hala devam ediyor musun?” derdim (güler) Ya da “Çok muhteşem!” derdim. Nasıl olacağını merak ediyorum. (güler) Ama daha Tokyo Dome’ye çıkmadığımız için “Çok muhteşem!” demezdim. “Çok da muhteşem değil.” Derdim.

-Tokyo Dome şu an için ulaşılabilecek en üst hedef olduğu için, değil mi?
Uruha: Hm, aslında Tokyo Dome’den başka bir yer bilmediğim için. Daha önce birileri Yokohoma Arena gibi bir şeylerden söz etmişti ama şu an tam hatırlamıyorum.

-Ah bu arada, küçükken ne olmak isterdin?
“Bir bandoda çalma düşüncesini hep çok heyecan verici buldum, bu da yine etrafımda çok kişi olacağı içindi. Hep birlikte zıplayarak dururduk. (güler) Ama grup düşüncesi… Bunları düşünürken daha LUNA SEA yoktu hayatımda.

-Bir bandoda olman çok harika olurdu. Ama yine de çok istediğin bir şeyi başarıp visual kei’de başarılı oldun bando yerine.
Uruha: Ama asla kendimi bir bandoda görev almak için yeterli düzeyde görmezdim. O zamandan beri hep böyle düşünürdüm.
-Peki geçmişle kıyaslayacak olursan kendinde neler değişti?
Uruha: Zevklerim değişti. Önceden güzel bulduğum şeyleri artık itici buluyorum. O zamanlar vşsual kei’yi, gitarlarını, kıyafetlerini çok abartılı bulurdum. Kendi gitarımı tasarlarsam onlar gibi olmaz, çok mükemmel bir şekli olmalı falan derdim. Ama ilkini yaptığım zaman oldukça değişik oldu o zamanlar düşündüğümden.

-Geçmişteki zevklerin hakkında şimdi ne düşünüyorsun?
Uruha: Önceki zevklerim çok hoşuma gitmediği için hep inkar ederim öyle şeylerden hoşlandığımı genelde.. (güler) Başta ilk görüşte o şeyin harika olduğunu düşünürdüm. Şimdiyse tam tersi. İlk görüşte hemen fikrim oluşmuyor, zamanla inceleye inceleye karar veriyorum

-Şimdiye kadar bu konuda yaptığın hatalar olmuştur, seçebileceğin diğer şanları kaybetmiş olabilirsin. Sence gördüğün şeylerin hemen aklını çelmesinin sebebi ne olabilirdi?
Uruha: Beni en çok baştan çıkaran şey grup oldu hep. Aileler çocuklarının üniversiteye gidip mezun olup iyi bir işe girmesini isterler, değil mi? Ama ben tüm kalbimle tutkumun peşinden gittim. (güler) Gruptan başka hiçbir şey umurumda değildi. Başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordum.

-Gruba bu kadar düşkün bir çocuk olarak hayallerinin peşinden koştun, peki şimdi hayalin ne?
Uruha: Şimdi ne? Hala bir değişiklik yok. Aynı şeyi amaçlıyorum. Daha bizim için hiçbir şeyin bitmediğini biliyoruz.Bundan sonra ne olacak bilmiyorum ama birlikte umutla bu yolda yürüyeceğiz ama bir hedefimiz yok şu an. Böyle düşününce de başından beri kurduğum hayali gerçekleştirmeye daha yaklaşamamışım gibi hissediyorum bazen.  

-Takım arkadaşlarınla birlikte ha?
“Evet. Asla bir sonumuz olsun istemiyorum. Eğer sona yaklaşırsak da hedeflerimiz her zamankinden daha da yükesek olmuş olacaktır ve biz de onu gerçekleştirmeye uğraşacağız hep birlikte.

-Setenay




-Bugün Reita-san'ı derinlemesine sorgulamak istiyorum... büyük ihtimalle her röportajda hep bunları konuşuyorsun ama; bass gitara karşı bu tutkunun, bas gitarda seni cezbeden şeyin ne olduğuyla başlamak istiyorum sohbetimize.
Reita: Bas çalmaya ilk başladığım zaman o kadar da ilgili değildim aslında.

-Ah, öyle mi?
Reita: Evet, çünkü başta gitar çalmak istiyordum. O yüzden de aldığım ilk enstrüman gitardı. Ayrıca bir akustik gitardı. Ortaokulun ikinci senesinde almıştım.

-Peki elektro değil de akustik gitar almanın sebebi neydi?
Reita: Sesi çok yüksek çıkacağı için elektrogitarı evde çok çalamam diye düşünmüştüm.

-Gayet mantıklı bir yaklaşım... Anlaşılan çok sağduyulu bir çocuktun. (güler)
Reita: Şey, aslında akustik bir gitarın çıplak sesi de oldukça yüksekmiş. Ama bunu bilmediğim için o zaman akustik gitar almıştım. (güler) Üstelik akort hakkında da hiçbir şey bilmiyordum, öyle olunca da çalmaya başladıktan yaklaşık üç gün sonra bıraktım.

-Bu söylediklerin büyük ihtimalle seni hiçbir şeye katlanamayan biri gibi gösterecek. (güler)
Reita: Aslında doğru. (güler) Elektro gitar da öyle oldu... aldım ve sonra onu da bıraktım.

-Başkası olsa "Bırakmanın sebebi şu zor F akorunu basamıyor olman mı?" derdim... Ama Reita-san'ın gerekçesi neydi ki?
Reita: Aksine problem akorlar ya da ona benzer şeyler değildi. Bilmiyorum... gerçekten pek bir şey diyemem.

-Pekala, özel bir sebep olmamasına rağmen... öylecene bıraktın yani?
Reita: Evet. Nasıl çalacağımı bilmediğim için bırakmıştım. (güler)

-Yani tercihin anlamak için çaba sarf etmeden vazgeçmekti öyle mi? (güler)
Reita: Evet. (güler) Çevremde gitar çalmaya başlayanlar hep gelişme gösteriyordu, onlardaki farkı görebiliyordum. O zaman Uruha bir kültür festivalinde çalma teklifinde bulundu ama onun bir amfisi yoktu, o yüzden benimkini ödünç almıştı. Bununla birlikte bunun çok çok daha sıkıcı olduğunu düşünmeye başladım; başta birbirine karışan sesler bana zevk verse de sonradan başaramadığım gerçeği harcadığım zamanı olduğundan daha da sıkıcı hale getirdi ve bu yüzden de bıraktım. Ve sonra ortaokulun 3. senesinde bas çalmaya başladım.

-Biri gitarı bırakıp bas'a geçtiği zaman genelde sebebi "Bas'ta 4 tel var, herhalde daha kolaydır" düşüncesi olur, peki Reita-san da olaya bu açıdan mı bakıyordu?
Reita: Evet, öyle diyebiliriz. Bir de o zaman CD dinlerken bass'ın sesini hiç ayırt edip duyamazdım, ben de öyle olunca herkesin çalabileceğini düşünerek çalmaya başladım.

-Herhangi bir hatada kimse fark etmez diye ha? (güler)
Reita: Evet evet evet! Eğer yanlış çalsam bile kimse duyamazdı! (güler)

-Biraz akılsızca bir davranış, ha?
Reita: Her neyse... o zaman dinlediğim Cd'lerle bas'ı biraz yanlış tanımış olabilirim, ama o zamanlar bunun farkında değildim... sanırım sadece canım çalmak istedi ve ben de çaldım.

-Bu durumda o zaman öğrenme süreci  biraz korkutucu görünmüştür ha? (güler)
Reita: Nota bilgim vardı, kendimi zorlayarak bir parçanın notlarını çıkarabilmiştim.

-Hangi şarkıydı?
Reita: LUNA SEA’nin Precious adlı şarkısıydı. O zaman bu sadece benim için başlangıcın bir filiziydi sadece. Uruha ve diğer gitar çalan arkadaşla birlikte üçümüz CD'nin üstüne çalmaya başladık.

-Çok masumca... (güler)
Reita: İşin eğlenceli kısmı da müzikle aynı anda çalmayı başarabilmekti. Şu ana kadar başka hiçbir şey o duygudan daha baskın bir tatmin hissi yaratmadı benim üstümde.

-Reita-san'ın gençliğinde onu çok etkileyen bir olaydı bu o zaman, öyle mi?
Reita: Evet. O zaman başka şarkılar çalma isteği geldi. Ve git gide bas'la kafayı bozdum!

-Reita-sensei'nin o zamanlar deneyimsiz, toy zamanları olduğunu düşünürsek, ilk gitar çalmak istediği zaman,
onu bu yönde etkilemiş olan bir artist var mıydı acaba?
Reita: Hayır, belli bir kişi yoktu. Sadece gitar çalmanın havalı olacağını düşünmüştüm.

-Genelde çalanlar, kızların ilgisini çekmek için çalmaya başladıklarını söylerler, senin de aklında hiç böyle alçakça bir düşünce var mıydı? (güler)
Reita: Bununla ilgili şöyle diyebilirim.. Aslında Visual Kei ile ilgilenmeye başladığımda bunun kızların ilgisini çok çekeceğini düşünmüyordum. "Bir erkek olmana rağmen böyle şeyler yapman çok garip..." gibi şeyler duymayı bekliyordum. Benim aksime, haklı olarak, işi olan erkekleri ilgi çekici buluyorlardır diye düşünüyordum. (güler)

-Tarafımca hafif bir laf sokmaya maruz kaldın biraz. (güler)
Reita: Her neyse...  çok alakasız bir şekilde birden bir grup kurma isteği belirdi içimde. Sebebiyse gerçekten sadece gitar çalabilmenin havalı olduğunu düşünmemdi.

-Precious'daki bas kısımlarının etkisinde kalmış olan Reita-san'ı incelemeye geri dönelim! Peki şu anda bas gitarı cezbedici kılan şeyin ne olduğunu düşünüyorsun? Belki de anılarındakinden daha farklı bir değer biçiyorsundur artık?
Reita: Elbette. Bas'ı olmayan sesler fazla kuru geliyor kulağa, değil mi? Zaten bas'ı olmayan bir ses olamaz. Mesela piyanoda bile diğer seslerle birlikte kalın bas sesler de var. Şu an ben konuşurken bile sesimde bas var. Sanırım yoluma bas'la devam etmiş olmamın sebebi her yerde karşınıza çıkan bir şey olması. Ayrıca tabii ki bas da melodilere sahip bir enstrüman. Bateri gibi bir ritim çalgısı. Ayrıca bateri çalarken bir sandalyede oturuyorsunuz ve istediğiniz gibi hareket edemiyorsunuz, ben öne arkaya istersem de sağa sola gidebiliyorum. Nasıl denir... orta saha oyuncusu gibi hissettiriyor kendinizi. Bence istediğiniz her şeyi yapabilmenize olanak sağlayan bir enstrüman olduğu için öyle. Enstrümanlar arasında en ilgi çekici olanı!

-Basçılar genelde çok rahatmış olarak algılanıyor ama bir kez dinleyince bence en güzel enstrümanlardan biri.
Reita: Kesinlikle. Geçmişteki günlerde durum basitçe dediğin gibiydi. Ama günümüzde bu bakış açısı biraz daha değişti.

-Şimdi aklıma geldi de, hiç Reita-san'ın değişen bir özelliğinden bahsetmedik. Bence o dönemler Reita-san'ın değişim geçirmeye başladığı zaman olmuştur.
Reita: Ah, çok sayılmaz...

- Reita-san'ı özgünlüğüyle etkilemiş olan bir basçı onun kariyerinde yükselmesinde suç ortağı olmuş olabilir! (güler)
Reita: Ahh.. suç ortağı mı? (güler) Her halükarda her zaman daha çok çalışmam gerekiyor.

-Şu an sana hayran oldukları için bas çalmaya başlayan bir sürü genç var değil mi?
Reita: Evet, bunu bilmek beni gerçekten çok mutlu ediyor. Ama direk parmaklarımıza bakıp da çalmaya çalışanlar için biraz endişeleniyorum doğrusu, çünkü bazen şarkılarda enstrümanın akortunu değiştirip çalabiliyoruz. O yüzden eğer çalarken tam olmuyorsa özür dileriz. (güler) Ben bas çalmaya ilk başladığımda her şarkıyı aynı akortta çalacağız sanıyordum. Kitaplarda karşıma "4. tel bir bir nota aşağıdan çalınacak" gibi yazılar çıkınca ne yapacağımı anlayamıyor, o yüzden de çalamıyordum. Bugün de hâlâ tüm parçaların standart akorttan çalındığını sananlar var. Sanırım o zamanlarda benim hevesimi kırıp hemen çalmayı bırakmama sebep olan şey bu sebepten ötürü parçaları çalamıyor olmamdı. Herkesin bu konuda başta yapamasa da vazgeçmeden çok çalışmasını istiyorum!

-Çalışmanız için destekçiniziz!!!... Son zamanlarda the GazettE'nin mizacı biraz daha sertleşmiş, daha kalın melodilere  yönelmiş gibi sanki, peki acaba Reita-san'ın kalın seslere ve bas'a karşı olan ilgisinin sebebi ve de bununla ilgili kişisel görüşleri nelerdir? Anlatır mısın?
Reita: Bass'ın, çaldığı kişiye daha erkeksi bir görünüm sağladığını düşünüyorum. Siyahlar içinde, arkası dönük bir adamın elinde bir bas gitar tuttuğu canlandırın gözünüzde... zaten poz vermek kesinlikle iyi olduğum bir konu değil. Ama aynı zamanda ritmi kabaca çalarken hoş görünüp görünmediğimi de merak ediyorum bazen.

-Bir erkeğin estetikliği, Reita-san'da da görebildiğimiz gibi, sessiz kalabilmesi ve cesaretiyle kişiliğini şekillendirebilmesidir.
Reita: Hmm…evet. Yapabildiğim tek şey bu zaten.

-Kesinlikle.... Reita-san sanki daha bu genç yaşında, yaşlı bir ruha sahip gibi..
Reita: Sanırım bu durum biraz inatçılığımdan kaynaklı. Biraz da klasik odun koca serpintileri var tabii. (güler)

-Davranışların yaşlı insanlarinki gibi demek istememiştim... Bir yandan eski Keisei dönemlerindeki klasik babaları hatırlatıyorsun ve diğer bir yandan da Shouwa dönemindekiler gibi evinin direği olduğun hissini veriyorsun.
Reita: Olabilir. Ben beş yaşındayken annemle babam boşandı, ondan sonra annemle birlikte kaldık, evde bir 'baba' yoktu. Ama büyükbabam vardı, aslında çok sevecen birisi olmasına rağmen sinirlendiği zaman dar kafalı birine dönüşüverirdi. Belki de farkında olmadan bu özelliklerimi büyükbabamdan almışımdır.

-Peki o kadar geç yaşta evde baba eksikliğinin getirdiği bir sorumluluk duygusu ve farkındalık oluşmuş muydu sende?
Reita: Bu... konumuz bu değil... Aslında çok şımarık bir çocuktum. (güler) Şu an çok sıkı çalışmam gerektiğini düşünmemin sebebi de o zamanki o hâlim.

-Şımarık bir Reita-san'ı gözümde canlandıramıyorum!
Reita: Ama düşündüğünün tam tersiydim. Evde mükemmel biri gibi davranıyor olabilmekle birlikte aynı zamanda çok şımarıktım. (güler) Bu yüzden sahnede gördüğü Reita'yı tanıyan insanlarla beni gerçekten tanıyan insanların düşüncelerinin birbirinden tamamen farklı olduğunu düşünüyorum.

-Reita-san'ın sahnedeki duruşu agresif ve katı bir kişi izlenimi bırakıyor...
Reita: Bu düşünceni değiştirmek istiyorum... Öncelikle; makyajım, görünüşümü ve kişiliğimi oldukça değiştiriyor. Makyaj yaptığım zaman daha çok kendim gibi görünmek istiyorum. Bazen "o makyajlı haldeki gibi bir Reita" olmak istemeye başlayacağımdan korkuyorum. O yüzden olduğumdan çok daha farklı bir insanmışım gibi görünüyorum.

-Sana göre Reita, olduğu gibi mi kalmalı?
Reita: Evet. Her zaman kendime "Böyle olmak zorundasın!" diyorum.

-Peki ya başkalarının düşünceleri seni hiç etkilemiyor mu?
Reita: Evet... oldukça. Ama eğer benden bir şey isteyen, bekleyen birisi varsa genelde çok anlaşamayız onunla.

-Hiç gelip makul bir şekilde sana isteğini söyleyenler olmadı mı?
Reita: Elbette öyleleri de var. Ama genelde söylediklerini çok önemsemem ve isteklerine yanıt vermem. Bunun hakkında söylenirlerse de yapmamı istedikleri şeyleri  asla yapmam.

-Bu tutumun fanlarla alakalı bir şey mi?
Reita: Tamamen fanlarla alakalı bir şey değil, buranın insanlarıyla da ilgili. (güler) Herkes ayrı bir şey söylüyor. Politikacılara göre farklı, müzik konusunda birazcık bile yetenek sahibi olan insanlara göre farklı... Böyle zamanlarda birer fahişe olsalardı da keşke her şeye karışmasalardı diyorum. (güler)

-Pekala... merak etme, egosunu böyle gocunmadan ortaya seren senin gibi toplumda insanda vardır mutlaka. (güler)
Reita: Evet, büyük ihtimalle öyledir. Gerçekten öyle olan insanlardan nefret ederim. (güler) Öyle insanlar bir şey istedikleri zaman kendilerine hep en az %10 kazanç sağlama düşüncesi içinde oluyorlar. Hepimiz aynı zamanda hayallerimiz ve ideallerimizin yükünü de taşıyoruz omurlarımızda, değil mi? Yaptığımız şeylerin bizimle birlikte çalışıp emek verenlerin de onayından geçmesi gerekmiyor mu? O yüzden zaten yapılması gerekeni yapıyoruz!

-Konuşmamız hassas noktalara geldi... Pekala, grubunuzun ekipmanı her gün yanınızda olan kişiler değil mi? Bütün fanların onların yaptığını yapmak için ölüp ölüp dirildiği bir iş. Öyle değil mi?
Reita: Evet, kesinlikle öyle. Ama ben de bir insanım, bir yanım fanların böyle mızmızlanıp durmalarını kesmelerini istiyor, diğer bir yanım da onlara böyle sinirlenmemin yanlış olduğunu söylüyor.

-Evet, buradaki asıl sıkıntılı mevzu şu ki the GazettE geniş bir alanda faaliyet gösteren bir grup, her şeyin olması mümkün, elbette bu noktada ticari unsurlar da giriyor işin içine, değil mi?
Reita: Evet, bazen.

-Bazen bir konuda (görünüş ve tarzları hakkında eleştiride bulunan fanlarla) istemeden de olsa küçük tartışmalar olabiliyor mu?
Reita: Tabii ki de. Biz bir rock grubuyuz ve "Rock grubu değil miyiz biz??!!" diye ne olduğumuzu sorgulamayı seviyoruz.

- Ah, anladım, karşı çıkar gibi, değil mi?
Reita: Evet. Bir rock grubundan beklenildiği gibi. Aslında ne yaptığımızı bilmemiz bence güzel bir şey. Yakın bir zamanda bununla ilgili bir şeyler oldu, tam bununla alakalı... Birden bize karşı sesler yükseldi. Sanki bu onları çok aziz insanlar yapıyormuş gibi bizden muhteşem söylevler beklentisi içine girmişler. "Bunu söylerken onu değil de şunu söylemek istemişlerdir." gibi düşüncelere sahipler. (birine küfrederken başka anlam çıkarmaya çalışmaları gibi farklı mana aramaları)

-Sanki rock müzik yapmanızın sebebi buymuş gibi ha... (güler) Gerçekten de böyle konularda sınırları belirlemek çok zor, ama insanların hep en kötü tutumları da ölçüte katıldığında bence çok bir sorun olmaz.
Reita: Tabii ki bu tutum ve davranışları da umursuyoruz. Bu söylediklerimi de duymayı şüphesiz kendileri istediler.

-Böyle yalanlamalar ve tartışmalarla karşı karşıya kaldığında, hiç yaptığın şey hakkında tereddütlere düştüğün, farklı alanlara yönelmeye düşündüğün oldu mu?
Reita: Reita: Açıkçası... oldu. Son zamanlarda böyle bir şey olmadı ama bundan önceki zamanlarda gayet açık bir şekilde aynen dediğin şeyi yaşadım. Artık bir grupta çalmayı bırakmam gerektiğini düşündüğüm zamanlarda daha the GazettE'e katılmamıştım. Normal bir iş bulup onda çalışmayı düşünüyordum.

-Seni böyle düşünmeye iten şey ne oldu?
Reita: O zaman, doğru düzgün bir işte çalışan adamlar çok havalı görünüyordu gözüme.

-Bunun yanında geleceğe dair duyduğun korku ve endişeler de etkili olmuştur, değil mi?
Reita: Evet, sanırım o konuda da korkuyordum. Ama buna rağmen yaptığım şeye inanıp devam ederek şu anda yapıyor olmam gereken işi yapıyor olmam benim için en iyisi oldu. Bence bir grupta çakmak başınıza bela oluyor. Şu an için hayatımın geri kalanında ne yapacağıma dair bir fikrim yok, her zaman müziğe devam etme imkanım olup olmayacağını da bilmiyorum. Bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyor olmama rağmen, eğer hep bu konu hakkında endişeleneceksem bu işe en başından başlamamam gerekirdi diye düşünüyorum bazen. (güler)

-Kesinlikle... böyle bir konuda riske girmek istemez kimse değil mi? (güler)
Reita: Evet! (güler) O yüzden artık riske girdiğim için endişelenmeyi bıraktım. Eğer seçme şansım olsaydı, üniversiteye gider, bir işe girerdim... ve kesinlikle bir gruba girmezdim. (güler)

-Yani aslında böyle bir insansın ha.. (güler)
Reita: Evet aslında göründüğümden daha sorumluyumdur. (güler) Oldukça da ciddiyimdir. Çevremdekiler hep ne kadar sorumluluk sahibi olduğumla ilgili şeyler söylerler. Oldukça ciddi, kararlı biri izlenim bırakıyor olmama rağmen her şeyden hemen bıkan bir tipimdir. Ama diğer yandan, kendimi bir şeye gerçekten verdiysem de GERÇEKTEN kendimi vermişimdir. Bir şeylerden hemen etkilenmeme rağmen aynı şeyden çok kolay bir şekilde de sıkılabiliyorum. Mesela aynısı motosikletimde de oldu. Yeni aldığım zaman ek parçalar hakkında her gün internetten araştırma yapardım, ve neredeyse bütün zamanımı buna ayırırdım. Çünkü her şeyini kendim yapmak istiyordum, o yüzden parçalar nasıl takılır falan onları araştırıyordum. Şu anda tamamıyla sıkılmış sayılmam ama her an bundan da bıkmam çok muhtemel.

-Yani hiç bas'tan sıkıldığın olmadı?
Reita: Evet. Bu sadece bas'ta olmadı. Büyük ihtimalle zaten bir şeylerden bıktığım zaman uğraştığım bir şey bas olduğu için olmadı. Zaten grupta hep birlikte takıldığımız için sıkılanacak bir şeyi yok. Hatta bas gitarın benim için daimi bir motivasyon kaynağı olduğunu söyleyebilirim.

-the GazettE'e dışarıdan bir izleyici gözüyle baktığımız zaman geçtiğimiz senelerde insanlarla iyi bağlantılar kurdunuz. Bu süreçte hiç "Bunu yapamayacağım!" dediğin oldu mu?
Reita: Olmadı. Beşimiz de özgürce istediğimizi yapıyorduk, çünkü kimse kimseye ne yapacağını söylemiyordu. Bu enstrümanlarımızı çalışımızı da etkiliyordu. Provalarda birimizi endişelendiren, rahatsız eden bir konu olursa birbirimize anlatırdık ama bu ortamın havasını kötü yönde değiştirmezdi asla. Ama besteleri hep bana yaptırsalardı birkaç seferden sonra gruptan da bıkardım. (güler)

-Ne? Gerçekten mi?
Reita: Evet. (güler) Eğer hepimiz yaparsak eğlenceli olur, ama eğer bu işi yapmak için sadece ben seçilmiş olsam bir süre sonra bıkardım.

-Yani bu işi diğerleriyle birlikte yaptığında başarınız imkansız olsa bile devam edersin ve bu aynı zamanda sürekli motivasyonunu taze tutuyor, öyle mi?
Reita: Evet evet! Çalma biçimimi değiştirmem gerektiğini söylediğim zamansa geriye hiç dayanağım kalmamış demektir. O zaman da çaldığımdan çok daha etkileyici ve şaşırtıcı bir çalma tarz bulurum kendime. Herkes başkalarını şaşırtmak istemez mi? Gruptakiler şaşırmazsa fanlar da şaşırmaz ama değil mi? Hem sizden (hem fanları hem üyeleri) motive edici bir şey istendiği zaman böyle yapmak daha iyi. Eğer birileri bu konular hakkında bir şeyler söylemezlerse ne yapacağım hakkında fikrim olmazdı herhalde. (güler)

-Bunun üzerine düşününce beşiniz arasında tarif edilemez bir yakınlık hissediyorum. Birbirinizi bir şeyleri yapmak için zorlamıyor, ve aynı zamanda ters görüşlere sahip olsanız bile birbirinizin görüşlerine saygı duyuyorsunuz gibi görünüyor dışarıdan.
Reita: Evet, aynen öyle. Birbirimizle aynı zamanda özel şeylerimizi de konuşuruz, tabii bu müzikten hiç bahsetmiyoruz demek olmuyor... İşte bu yüzden en iyi grup üyeleri olduğumuzu düşünüyorum.

-Yani daha the GazettE'den bıkmadın?
Reita: Tabii ki de hayır! Her zaman onlarla birlikte daha farklı ve yeni şeyler yapmak istiyorum. Aynı zamanda hepimiz özümüzde iyi insanlarız. Özümüzde!!! (güler)

-Sahneye çıkınca çok tehlikeli birine dönüşüyorsun, ha? (güler)
Reita: Aslında bu çok ilginç bir durum... Konserin hemen öncesine kadar hep havadan sudan şeylerden konuşuyoruz, ama sahneye çıktığım zaman şimdi bile "Oradaki o ciddi insan ben miyim?" diyorum. O iki hâlim arasında uçurumlar var. Ama yine de bu farklılığı seviyorum.

-Bu farklılık eminim insanların da dikkatini çekiyordur.
Reita: Eğer fazlasıyla korkutucu insanların sokakta köpekleriyle dolaşırken çektiği ilgiye benzetiyorsan bu iyi bir şey bence... Ufak ve narin yapılı sıradan bir adamın işe gidip gelmesinden çok daha havalı bir şey. Bu yüzden insanların göründüğü gibi olmalarını sevmem. Mesela bildiğimiz klasik, esmer bir adam karışma geçip sürekli sıradan şeylerden konuşup sıradan şeyler yapsa umurumda bile olmaz. Ama kendine özgü bir uğraşta çok çalışıp kendini o konuda geliştirmeye çalışıyorsa gerçekten güzel bir şeydir bu. O zaman gidip o kişiyle konuşup onu tanımak isterim. (güler)

-Reita-san aslında çok değişik bir insanmış...
Reita: Evet, öyleyimdir.

-Sahnede çok gürültücü bir insanken normalde çok sessiz ve kibar bir insansın.
Reita: Ben dünyanın en kibar insanıyımdır!!

-Yine egon tavan yaptı! (güler) Bunu bilerek mi yapıyorsun yoksa kendiliğinden mi oluveriyor?
Reita: Şey, sanırım bazen biraz kasıtlı olarak yapıyorum. Eğer birisi bana karşı güzel bir tutum sergileyerek beni överse bu bazen biraz afallamama sebep oluyor, haksız mıyım? Mesela böyle bir anda bir şeyler söylemeye çalışsam konu hiçbir yere varmazdı. Aslında böyle bir insan değilimdir, yani genelde öyle şeyler söylenmediği sürece böyle yapmam.

-Biraz bunun üstünde durursak, dıştan hiç göstermediğin dayanışmamacı bir kişiliğin var diyebiliriz miyiz?
 Reita: Bu yüzden rock grupları arasından en çok ben seviliyorum ya zaten. (güler)

-Demek öyle? (güler)
Reita: Neyse, bence konuları çok irdelemediğim ve yüzeysel geçtiğim sürece hiçbir sorun yok.

-Sanırım olabilecek herhangi bir terslikte bu bahsettiğimiz ~sahne canavarı Reita'yı~ suçlayabiliriz.
Reita: Evet, sanırım bunu yapabiliriz.

-Tamam o zaman. Reita-san aynı zamanda bir burun bandı takıyor. Şey... büyük ihtimalle bütün dergiler röportajlarında sana bununla ilgili bir şeyler soruyordurlar...
Reita: Aslında bununla alakalı daha önce çok konuşmadım.

-Pekala, o zaman ben sormak istiyorum... Nedir o? (güler)
Reita: Ne... Sanırım bu soruyu önce kendime ben sormalıyım. (güler) Başlarda  takmıyordum. O zamanlar saçlarımı kırmızıya, gözlerimin üstünü siyah şeritler halinde boyuyordum. Ama sonra daha korkutucu görünmek istedim. Daha karanlık bir tarafa yönelmek istedim. Başta tek gözümü kapamayı düşündüm. Şansa bak ki tek gözünü kapatan anime karakterlerini de hep sevmişimdir. (güler)

-O zaman biz de sana hangi karakter olduğunu soralım madem...
Reita: Gözünü kapamıyordu ama Yuyu Hakusho gibi esrarengiz havası olan karakterleri çok severdim. Sabahları kahvaltı hazırladığını hayal edemeyeceğiniz tiplerden yani.. (güler)

-Günlük bir yaşantıya ihtiyaçları yokmuş gibi olan karakterler. (güler)
Reita: Kesinlikle! Tek gözümü kapamaya karar verdikten sonra gözümü kapamak için bir kumaş parçası almam gerekiyordu. Aslında o zaman kumaş yerine deri almak istemiştim ama onu almak için yeteri kadar param yoktu, o yüzden normal kumaş aldım. (güler) Aldıktan sonra aynanın karşısına geçip defalarca farklı farklı şekillerde gözümü sardım. Ve sonunda bana en yakışanın alnımı, sol gözümü ve burnumu kapamanın olduğuna karar verdim.

-Daha çok ağır bir hastalığı olan bir hasta, yüzünü bandajlarla kapamış gibi görünmüştür.
Reita: Evet evet! Önemli bir hastalığım varmış gibi... (güler) Bir süre böyle devam ettim, daha sonra ağzımı da kapadım ve geriye açık sadece sağ gözüm kaldı.

-Neredeyse bir mumyaya dönüşmüşsün. (güler)
Reita: Ama daha o zaman yüzümü kapamanın hayatımı etkileyeceğini hissetmiştim. Şimdiyse o zamandan geri kalanım. "Reita hakkında" bir şeyler konuşulduğu zaman, sanırım herkesin gördüğü, yani... içimdeki gerçek benim yansıması bu. Burun bandı gibi fark edilebilir bir şeyler istedim. Doğrusunu söylemek gerekirse daha önceden bir süre için takmadığım olmuştu.

-Aaah, bunu bilmiyordum.
Reita: the GazettE'yi ilk kurduğumuz zamanlardı. Performanslara öyle yüzüm açık çıkmak oldukça utandırıcıydı. Yüzümü sahnede öyle açık bir şekilde rahatça gösteremiyordum...

-Gerçekten tuhaf bir öykü... Bir parça kumaş hakkında hem de. (güler)
Reita: Evet! O kıyafet parçası hayatımı kurtardı. (güler) Bugünse insanların "Bu ne biçim bir adam böyle?" dediğini duymak hoşuma gidiyor bazen. Ben buyum ve böyle olmaya devam edeceğim.. ayrıca onları bunun için azarlamaya da. (öyle söyleyenleri)

-Son dediğin kısımdaki çelişkiyi tam olarak anlayamadım ama şu an için şimdiki bu tarzından vazgeçecekmişsin gibi görünmüyor?
Reita: Şu an için düşünmüyorum. Çünkü bunu değiştirdiğimi düşünmek... hmm... son kısmı anlamamış olsan da, şu an için ben "BU" Reita'yım.

-Peki yüzüne böyle bir şey yapmaya karar verdiğinde diğer üyeler bunu nasıl karşıladılar?
Reita: Çok tepki göstermediler. (güler)

-Diğer diğerleri? (güler)
Reita: Hangi diğerleri, neden suratını öyle yapıyorsun? (güler)

-Şimdi anladın mı? (güler)
Reita: Şu ana kadar karşılaştığım insanlar arasında bize karşı tereddüt edip korkarak yaklaşan olmadı. Her şeyi bir tarafa bırakırsak zaten burada Reita'dan bahsediyoruz. Makyajı yapmayı kabul eden de kendimdim zaten.

-Savaşa hazırlanmadan önce zırhına son dokunuşlarını yaparak kendini savaşa hazırlayan bir savaşçı gibi ha?
Reita: Evet, öyle bir şeyler.

-Evet evet oldukça... O halde seni kısıtlayan herhangi fiziksel bir engel yok ortada değil mi?
Reita: Evet... olmaması güzel. (güler) Belki benim durumumdaki biri diğer insanlara göre daha etkili ve verimli nefes alıp vermeli. Çalışırken insan vücudu kas yapıyor, belki de böyle olursa vücudum daha dayanıklı olur. (güler)

-Başkalaşım üzerine ilginç bir teori attın. (güler)
Reita: Her neyse... Ama tek gözümün kapalı olması o zamanlar benim için biraz sıkıntı yarattı. Sol gözüm kapalıyken tahmin edebileceğiniz gibi kumaşı yukarı kıvırmadan bas'ın sapını göremiyordum. (güler) Bu da beni oldukça zorluyordu.

-Böyle zorlukların üstesinden gelebilmek, zamanla sağlam bir kişilik özelliği halini almıştır, değil mi?
Reita: Evet, aynen öyle oldu.

-Bunca zaman the GazettE'in Reita'sı olarak, grubun geçen bu süre zarfı içinde herhangi bir konuda değiştiğini söyleyebilir misin?
Reita: Hmm... Artık daha özgürüz. Üzerinde çalıştığımız şarkılar hakkında tartışırken hepimizin ufku genişledi. Yapabileceğimiz, başarabileceğimiz şeylerin çıtası yükseldi ve düşündüğümüz şeyleri yapmakta da özgürüz.

-Şarkılar ve konserlerle alakalı seni tarzından ötürü eleştirenlerle ilgili kim olursa olsun yaptığın şeyden seni alıkoyamayacağı gibi bir şeyler söylemiştin. Bu, özgürlüğün senin motivasyonun olduğu anlamına mı geliyor?
Reita: Evet, böyle olmasının sebebi büyük ihtimalle iyi bir çevremin olmasından kaynaklı. Şansımıza; şarkılarımıza ve onun adının ya da herhangi bir şeyinin 'çok aykırı' olduğu gerekçesiyle karışıp değiştiren veya  birbirimizin yapmak istediği şeylere yasaklar koyup "Olmaz." diyen insanlar değiliz. Bence bu hepimizin minnettar olması gereken bir şey.

-Bazı rock gruplarına göre şarkıları albüme ilk başta olduğu gibi (ham, düzeltilmemiş haliyle) koymakta hiçbir sorun yok. Ama şarkıların içinden mutlaka göze batan bir parça olmalı ki, sıradan olmaktan çıksın. Ama the GazettE'de böyle bir durum yok, değil mi?
Reita: Evet. Daha doğrusu bize bir single bile çıkarmayacak olsak bile kendimizi kasmamamızı söylüyorlar.

-Öyle mi? Yapımcılarınız falan oldukça anlayışlı kişiler olmalı.
Reita: Böyle olması bize birçok konuda oldukça yardımcı oluyor. Eğer yapmak istediğimiz bir şey olursa çevremiz, bize o konuda yardım edecek şeyler, ekipman ve insanlarla çevrili.

-Pekala, anlıyorum... baskı yok yani.
Reita: Doğal olarak biraz baskı var tabii ki. Ama birilerinin bizden beklediği şeyleri yapmak istemiyoruz. Başkalarının söylememizi istediği şeyleri söylemek istemiyoruz. Grup olarak böyle kalmaya ve  büyüme hep bu şekilde devam etmek istiyoruz. Bu sorunla her karşılaştığımızda (baskı)... asıl meselenin farkında olmamış oluyoruz... Mesela konser ve tur hazırlıklarımızın gittikçe daha büyüdüğünü, veya CD satışlarımızın yükseldiğini duyuyoruz... söylenmeden önce öyle olduğunun farkında olmuyoruz. (güler)

-Söylediklerine göre bu işlerle ilgilenmek başkasının görevi... neden öyle?
Reita: Aslında sadece artış olduğunda böyle oluyor, düşüş olduğunda zaten hemen hepimiz fark ediyoruz. (güler)

-Haha… doğrudur...
Reita: Kulağa biraz tuhaf gelebilir ama düşüşler bile iyi bizim için... böyle olduğumuz gibi havalı kaldığımız sürece satışlar düşse bile sorun yok.

-Sanatçılar ve şirketleri genelde böyle konularda umursamaz oluyorlar ama bence birinin gerçek kişiliği de oldukça önemli bu sektörde.
Reita: Evet. CD satışlarımızın iyi olup olması umurumda bile değil. Bence ortaya iyi müzik koyabiliyor, iyi şarkılar yazabiliyor veya harika konserler verebiliyor olmamız satışların yüksek olmasından daha büyük bir başarı. Ama tabii ki ikisinin birlikte olması daha iyi. Şu an bir şeyler satılmış mı veya ürünlerin satış fiyatlarının ne kadar olduğu gibi konular hakkında hiçbir fikrin yok. Böyle şeyleri hiç kafama takmam. İyi olduğunu düşündüğümüz şeyleri yaptığımız sürece hep birlikte ilerleme kaydedebiliriz.

-Eğer bu şekilde düşünüyor olmasaydınız eminim ki single olarak [Filth in the Beauty]  gibi ilginç bir parça çıkaramazdınız. (güler) Bu şarkı söylediğin şey için iyi bir örnek!
Reita: Evet, kesinlikle.

-Kendi adıma... yaşanan bu olaylar süresince, the GazettE bu sorunları yerle bir etmiş diyebilirim!
Reita: Hmm, nasıl diyebilirim... benim için o olaylar artık çoktan geçti gitti. Bu yüzden artık geriye bakmaktan daha çok, bazı şeyleri yeniden inşa etme aşamasındayız.

-Artık bittiğini nereden biliyorsun?
Reita: Hmm.. geçmişte insanların yapmış olduğu şeyler artık yerle bir olmuş gibi hissediyorum. Artık Visual Kei insanlara eskisi gibi 'tehlikeli' görünmüyor, daha çok pop idollerinin kağıda yazıp okuduğu parçalardan oluşuyor gözüyle bakılıyor. Ve bizden onur öğrencisi gibi davranışlar bekleyip o tarzında şarkılar talep edilmesinin de sebebi de bu bence. Başta asıl sorun bu değildi. Şimdiyse daha da manasız şeylerle karşılaşıyoruz, fanlar daha takıntılı hale geliyorlar. Ve o eskideki düzeni yeniden kurmak istiyoruz. Tabii ki bunu yasalara karşı gelmeden, insanları incitmeden yapmak istiyoruz. Yani insanların beklemediği şeyler yapmak istiyoruz.

-the GazettE elinde tehlikeli güçler bulunduran bir grup, ve Reita-san da kuşkusuz bunlar arasından en tehlikelisi. (güler)
Reita: Öyleyim, değil mi? (güler) Eğer (başından beri) iyi biri olmasaydım (da kötü biri olsaydım) asla iyi biri olamazdım. Fanlarımızla oldukça samimi olsak da aynı ortamda bile olmak istemediğim türden insanlar var. Artık internetten istediğimiz her şeyi görebiliyoruz değil mi? En sevdiğiniz oyuncunun filmlerini falan izleyebiliyorsunuz. Bu sebepten ötürü insanlara sempatimizi veya enerjimizi iletmek için onların ille de konserlere gelmesi gerekmiyor.

-Evet, ama bu zamanlarda artık insanlara sempatik davranabilmek oldukça zor, değil mi?
Reita: Evet, kesinlikle. O yüzden insanların bizi sadece internetten izlemesini değil, canlı olarak da görmesini istiyoruz. Ayrıca bu günlerde CD satışları, artık istediğiniz şeyi internetten bulup dinleyebildiğiniz için eskisi gibi değil. İster istemez böyle bir (teknolojik) gelişmenin hoş olmadığını düşünüyorum. İnternetteki bu hızlı veri yayılma potansiyeli hakkında ne düşüneceğimi bilemiyorum doğrusu.

-Tekrar hassas konulara geldi sohbet... (güler)
Reita: Yani... interneti ben de kullanıyorum tabii. (güler) Nasıl olacak o zaman bu iş?! Anonim paylaşım yapabilmeyle birlikte internetin hızla büyümesi kötü niyetli insanların sayısının hızla artmasına sebep oldu bence. Ama elbette iyi niyetle kullanıldığı zaman yararlı bir şey, her neyse, dışarı çıkıp dolanıp (sevdiğiniz) birinin bir ürününü almak şu sıralar oldukça popüler. O yüzden şu ürün biriktirme durumu da aynı şekilde popüler. Bu CD'ler için de geçerli. Bir CD dükkanına gidip bir ürünün orijinalini almak daha zevkli bence.

-Elbette bir şeyin orijinaline sahip olmak, görebilmek ve ellerinizin arasında hissedebilmek...
Reita: Aynen öyle! İnternetten 300 Yen'e indirip satın alabiliyorsunuz ama hiçbir his bırakmıyor üstünüzde. Bu yüzden de, kendi adımıza, parçalarımız böyle internet üzerinden indirilince biraz üzülüyoruz.

-Çünkü CD sadece sesten ibaret değil. Müzik, kapağındaki uyumlu sanat çalışmalarıyla bir bütün.
Reita: Şunu her zaman sesli olarak söyleyip duyurmak istedim birilerine: Cd'nin kapağını açıp oynatıcıya koyup şarkının sözlerini okuyarak dinlemek... gerçekten harika bir.

-Öyle bir şey aldıktan sonra görmezden gelip içine bakmamak mümkün değil zaten the GazettE de
görmezden gelinemeyecek bir şey. Yani, her açıdan böyle devam etseniz iyi olur. (güler)
Reita: Ahahahaha.. harika. (güler)

-Konumuz buraya gelmişken, the GazettE konserlerinde diğer gruplara kıyasla direk olarak hissedebileceğiniz şeyler var...
Reita: Sanırım fanlara teşekkür edişimizi kastediyorsun. Bazen gerçekten de çok aptallar olabiliyor, ama yine de bize destek oluyorlar.

-Son performansınızda, Fuji Q Highland Conifer Forest'da, birkaç aksilik çıktı, bir de bunun üstüne bir de kötü hava koşulları  ve birkaç kötü olay eklenince oradaki insanların arasında oluşan birlik beraberliği adeta hissedebiliyordunuz.
Reita: Bu her zaman böyledir. Önceden böyle birkaç aksilik yaşandı, ve hepsinde de bu aksiliğin ardından fanlarımız önceden olduklarından daha soğuk kanlı davrandılar. Fanlarımızı öyle görünce sadece ne kadar da soğuk kanlı olduklarını düşünmüştüm

-Üyeler üye, fanlar fan. Sanırım böyle düşünmek bu konularda her zaman işe yarar. (güler) Bu arada, kuşkusuz the GazettE konserlerinin geleneği haline gelmiş Reita-san ve Kai-san'ın çaldığı [Ride with the Rockers] var.
Reita: İlk olarak Hibiya Açık Hava konserinde çalışmıştık. Sonraki turlarda şarkı listesine eklemedik, ama sonralarda Ruki'nin fiziksel bir rahatsızlık geçirdiği dönem oldu. Bir konserin ortasında durumunun ciddiyeti artık ve ağrıları onun için çok acı verici bir noktaya gelmiş gibiydi, biz de Kai-kun'la o an "Hadi yapalım şunu!" dedik, planlanmış bir şey değildi. Öylece kendimizi öne attık. (güler)

-Bu harika! (güler)
Reita: Değil mi? Eğer bunu şimdi yapmaya kalkışsaydık o anki gibi olmazdı. (güler) O konserde böyle bir şey yaptıktan sonra bunu düzenli bir hale getirerek her konserde yapalım dedik. Başta bunu sahne boş kalmasın diye hissettiğimiz baskısıyla yapmıştık, bugün bile bu anımızı unutamıyoruz. Konserin verdiği güçle ve fanların tezahüratlarıyla çıktık sahneye. O yüzden isteksizce yaptığımız yorucu bir iş olarak gördüğümüz bir şey değil.

-Çok güzel bir davranış bu!
Reita: Bazen bas çalarken vurma tekniğini kullanmam söyleniyor, ya da başka yeni şeyler dene diyorlar. Ama benim öyle bir amacım yok. Eğer anlaması, yapması kolaysa ve basit şeylerse iyidir tabii. (yeni başlayanlar için)

-Hala ritimde bazıları kolaycılığa kaçmasına rağmen sen kendi yönteminle insanların kanını nasıl da kaynatıyorsun!
Reita: Hmm.. eğer öyle yapabiliyorsam bu benim için çok iyi. Son alıştırmalarda, konserden iki veya üç gün önce, Kai-kun ve ben çalışırken ritmi biraz kendimize göre değiştirdik. Birkaç yeri de yeniden düzenledikten sonra işimiz  birkaç kez çalışmaya kalmıştı.

-Sonra oldu mu?
Reita: Evet, oldu. Eğer yaptığımız düzenlemelerin kötü olduğunu düşünürsek o gün hemen eskisi gibi çalmak için anlaşırdık. Kai-kun ritmi çalıyor, bense duyulmasını istediğimiz melodiyi veriyorum. O yüzden konser boyunca ikimiz de şarkının ritmini hissedebiliyoruz.

-Bilerek, kasıtlı olarak yaptığınız bir şey değil yani.
Reita: Evet evet!! Her şeyi ve olabilecek her olasılığı önceden düşünüyorum. Üyeler ve fanlarımıza herhangi bir şey olmadıktan sonra sahneye çıkıp kasvetli havayı dağıtmakta benim için hiçbir sorun yok. (güler) Her neyse, öyle anlarda fanlarla aramızdaki o etkileşimi gerçekten çok seviyorum.

-Genelde insanlar böyle şeyleri sevmezler. (güler)
Reita: Konusu açılmışken, yurt dışına gitmeyi de severim çünkü oradaki (fanlarla aramızdaki) iletişim de neredeyse aynı. Hatta bence böyle bir 'mücadeleye' (yurt dışına gitmek) kalkışmayacak olmak tuhaf olurdu.

- Biraz düşündüğümüz zaman gerçekten de bir hayatta kalma mücadelesi. (güler)
Reita: Ama gerçekten öyle. Son zamanlarda ismimizin daha geniş alanlara yayılmasıyla birlikte bu yerlerin hepsine gidip de konser verebilme gibi bir şansımız olmuyor, böyle olunca da var olmamızın bir anlamı kalmıyor bence. Daha çok konser verebilmek isterdik. Koşullar ne olursa olsun, her yerde, bütün benliğimiz, vücudumuz ve kalbimizle konserler verebilmeyi dilerdik.

-Mesela, bir sorun varsa, ya da teknik veya fiziksel problemler çıkması halinde ortamın gerginliği ve motivasyon olumsuz etkilenmez mi bundan?
Reita: Sorun olmazdı herhalde. Eğer koşullar olduğu şekilde kötü gitmeye devam etse bile savaşçı ruhumuzu asla yenemez. (güler) Doğal olmalıyız, ve biz de öyle yapmıyor muyuz? Eğer karşımıza çıkan büyük bir sorunda hemen pes edersek bir grup olmazdık o zaman.

-Anladığım kadarıyla, bir grupta olmaktan çok bu daha çok kişinin içinde olmalı... ende olduğu gibi.
Reita: Aslında ben bu tanıma çok uymuyorum. Çünkü A kan grubundanım. (güler)

-Böyle söylediğine göre mutlaka muhteşem yanların vardır!
Reita: Genel olarak yaptığım şeylerin hep en iyisini yapmaya çalışırım.
Bir şeyleri görmezden gelmek yerine o şeyi hayatınızdan tamamen silmek, riske girmekten daha iyi değil midir? Bence böylesi daha havalı ve tüm kişiliğinizi bir kenara fırlatıp atmaktan daha iyi. Ama eğer her şeyi de görmezden gelip umursamıyorsanız, hedefinize tam olarak ulaşma şansınız hiç yoktur.

-Böylece Reita-san'ın hayatında edinmiş olduğu bakış açılarıyla ilgili bilgi edinmiş olduk sanırım, ama özel hayatında illa ki 'muhteşem' bir şeyler vardır ha?
Reita: Özel hayatım evden pek çıkmadığım için oldukça sıradandır. Eğer hava güzelse çıkar biraz bisiklet sürerim, o kadar.

-Bisikletini o kadar çok mu seviyorsun?
Reita: Bisiklet ve arabaları severim. Sürülebilir araçlar erkeklerin tutkusu olmuştur diyemez miyiz her zaman için?

-Şey, sanırım diyebiliriz. (güler) Peki ne zaman böyle şeylerle ilgilenmeye başladın?
Reita: Lisedeyken. Bir keresinde okula giderken, bir marketten arabalarla ilgili bir dergi almıştım, sonra onu okulda arkadaşlarla birlikte okumuştuk. Ama o zamana kadar hiç bir arabada yolculuk yapmamıştım. Babam bizimle olmadığı için arabayla gidip gelme fikri (maddi olarak) korkutucu geliyordu. Belki de o zamanlar o kadar çok araba istiyor olmamın sebebi de buydu. Ve bu yüzden ne zaman başkalarının arabasına (yolcu olarak) binmek zorunda kalsam araba tutuyormuş hissediyorum...

-O zaman konserleriniz olduğu zaman mekan değiştirmede sıkıntı yaşamıyor musun?
Reita: Genelde araba tutmasına karşı ilaç alıyorum. Ayrıca aynı ilaçtan uçağa binmeden ve sahneye çıkmadan önce de alıyorum.

-Neden öyle bir şey yapıyorsun ki?
Reita: Çünkü kafamızı böyle böyle sallıyoruz! Her zaman neden konserler bittikten sonraki finallerde ayakta durmakta zorlandığımı merak ediyorum. Sanki ölüyormuşum gibi hissediyorum. Sonra bunun için, araba tutması için kullandığım ilaçtan alıp denedim işe yarayacak mı diye ve oldukça da işe yaradı. Sahneye çıkmadan yarım saat önce görevliler ilacımı getiriyorlar, bu da sahnede bana çok yardımcı oluyor. Şey, arabam ve bisikletim benim güçlü yönüm diyebilirim. En sevdiğim bisikletimi ya da sevgili arabamı sürmek... Ayrıca bazen üzerlerinde değişiklikler de yapıyorum. Bisikletimle uğraşmayı gerçekten çok seviyorum. Yeni parçalar bulup onları monte ediyorum. Bir kez birleştirme işini hallettikten sonra ilgimi kaybettim gerçi. Bir süre sürüyorum ve sonra yeniden baştan aşağı bir yenilemeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

-Peki bisiklete parça ekleyip değiştirmeyi mi yoksa sürmeyi mi daha çok seviyorsun?
Reita: En çok üstünde değişiklik yaptığım bisikleti sürmeyi seviyorum. (güler) Aslında bu yaptığım şeylerin çalışıp çalışmamasıyla da alakalı. Eğer yaptığım şeyin çok harika olduğunu düşünüyorsam bunun başkaları tarafından da görülmesini isterim. Ve bu büyük ihtimalle söylediklerimle çelişen bir yönüm. [Hey baksanıza çok harika, hepiniz bakın!] diye düşünürken bile düzgün çalışıp çalışmayacağını merak ediyorum galiba.

-Büyük ihtimalle böyle anlar da sende araba tutmuş hissi yaratıyordur. (güler)
Reita: Daha çok sarhoşmuş hissi yaratıyor aslında. (güler) O yüzden eğer bisikletimi sürüyorsam ve yakınlarda bir araba dükkanı gördüysem mutlaka cam vitrinli olsun isterim. Böylece yansımamama bakıp bisikletimle kendimi ve aramızdaki bağa bakıp izleyebilirim.

-O zaman bu cümlelerinden çıkarımlarla, sahnede her zamankinden daha narsist bir insan kişiliğine büründüğünü söyleyebilir miyiz? (güler)
Reita: Evet, olan şey tam da bu! Bu noktada ben de kendimi şaşırttım doğrusu. (güler) Ama giysi, takı gibi şeylere para harcamam. Öncelikle enstrümanıma, ondan sonra da arabama ve bisikletime harcarım.

-Yani moda çok ilgini çekmiyor... ama şu kolundaki oldukça şık bir saat değil mi? (güler)
Reita: Ah, o mu? Yoyogi'deki konserden sonra almıştım.

-Böyle şeyler seni daha nicelikli veya kaliteli bir insan mı yapıyor? Lükse olan düşkünlüğünün bir sebebi var mı?
Reita: Ne olabilir...? Alışverişten bahsedecek olursam, çok sık yaptığım bir şey değildir bu (pahalı, lüks şeyler almak). Alışverişe çıkarsam da, aylık olarak (toptan) yüksek meblağlı alışveriş yapıyorum. Kalabalık mekânları hiç sevmediğim için çok sık alışverişe çıkmam. Eğer kıyafet türü şeyler almak için çıktıysam da Shibuya,
Harajuku ya da Shinjuku'ya giderim. Gerçekten çok fazla insan olmuyor mu ama!? İnsanların aralarından yürürken sürekli topuklarına basacak gibi oluyorum ve bu yüzden de insanların küçük küçük adımlarla yürümesi beni aşırı rahatsız ediyor. İstediğim hızda yürüyememek sinirimi bozuyor. O yüzden yapılan şu festivalleri de sevmem, hani şu çok yavaş yürümek zorunda bırakıldıklarınız.

-Şey... festivaller öyle olur ama. (güler)
Reita: O yüzden de bisikletimi veya arabamı gece yarısına yakın vakitlerde sürmek en iyisi. Ailemi ziyarete gideceğim zaman da yolculuğa gece çıkıyorum, genelde sabahları yolculuk yapmam. Yol boş olduğu zamanlarda sürmezsem sinirlerim bozuluyor. (güler)

-Laf buraya gelmişken, önceleri, okulu bitirene kadar, hep kalabalık ortamlarda yavaş yürüyen insanlarla yürümek zorunda bırakıldığın bir hayat yaşıyordun, değil mi? (güler)
Reita: Şey, o süreci iyi atlattım diyebilirim sanırım. (güler) Okuduğum lise evden oldukça uzaktı, o yüzden okula yaklaşık bir saat süren bir tren yolculuğuyla gidiyordum. Bu sürekli yapmak zorunda olduğum bir şeydi. Sürücü kursu da okulumla neredeyse aynı uzaklıktaydı. Okulun dönüş yolu üstünde olmasına rağmen okula uğramadan direk oraya gitsem bile yine de çok uzak kalıyordu eve. Öyle ya da böyle o günleri de geçirdim.

-Bugünün şartlarında hayal bile edilemeyecek bir durum, değil mi? (güler)
Reita: Doğrusu eğer o dönemlerimi bugünde yaşıyor olsaydım tren kullanamazdım.

-Kendi bisikletin ve araban varsa her yere gitmek için kullanıyorsundur, kolun bacağın gibidirler.
Reita: Ama yağmur yağdığında (sadece bisikletimi değil) arabamı da kullanamıyorum.

-Neden ki?
Reita: Çünkü eski ve üstü açık bir araba. Her ne kadar üstünü kapatabiliyor olsam da tam olarak kapanmıyor. O yüzden içerisi ıslanıyor. Kapının tutacak yerleri falan küf tutuyor. O yüzden yağmurlu günlerde arabamı kullanmayı çok sevmiyorum.

-Yani normal kullanımdan çok romantik anlar için üretilmiş bir araba ha..(güler)
Reita: Evet! Bisikletimle aynı gibi, öndeki tekerlekle gidon arasındaki mesafe çok fazlaydı, o yüzden de binmesi çok güvenli değildi. O yüzden de onu otoyolda kullanamıyorum. Ayrıca saatte ancak 80 km/saat hıza çıkabiliyor.(güler) Her neyse, onu olduğu gibi seviyorum. Hatta bence sürmesi zor bir bisiklet veya arabayı kullanabilmek daha havalı ama çoğu insanın bunu anlayabileceğini zannetmiyorum.

-Oldukça tehlikeli... Eğer öyle biri olsaydım benimle konuşmak ister miydin? (güler)
Reita: ….şey, evet. (güler) Ama doğrusunu söylemek gerekirse, eğer böyle bir uğraşım, hobim olmasaydı konuşmazdım. Bir tura çıkmak veya kayıtlara gitmek gibi şeyler insanı oldukça strese sokan işler ve ne zaman olacakları hiçbir zaman tam olarak belli olmuyor. Ve sürekli insanlarla iletişim halinde olduğunuz bir sektörde olunca size laf eden insanlar çok oluyor. İşte böyle anlarda arabanızı veya bisikletinizi sürmek stresten uzaklaşmak için oldukça iyi bir yol.

-Peki bisiklet ve araba dışında uğraştığın başka şeyler var mı?
Reita: Video oyunlarını severim. Bende bütün oyunlar var. Hatta çıkan her konsoldan var elimde.

-Hepsinden mi!?
Reita: Uruha'da da hepsinden var... Ruki dışında hepimiz konsol türü oyun cihazlarına sahibiz.

-Hayret verici... Günümüzün erkeklerini baz aldığımızda Ruki-san biraz.. alışılmadık. (Ruki küçükken babasından herkeste var diye Nintendo istemiş ama babası almamış ve üstüne bir de minik Ruki'yi azarlamış. O yüzden Ruki video oyunlarından hoşlanmadığını söylüyor.)
Reita: Evet, oyunlar hiç ilgisini çekmiyor. Ama korku oyunlarına diğerlerine kıyasla biraz daha ilgi duyuyor gibi. (güler)

-Aşağı yukarı herkeste bu durum böyledir. (güler)
Reita: Aksiyon ve dövüş oyunlarında asla düğmelere tam zamanında basamaz. (güler)

-Bu, benzer tuşlardan hangisini seçeceğine hemen karar veremiyor (analog yeteneklerinden) olmasından da kaynaklanıyor olabilir.
Reita: Kesinlikle! İşte bu yüzden konsollardan nefret ediyor.

-Ama eğer Reita-san gibi, elinden tüm konsollar geçmiş biri oynuyorsa oyunu, hızını kullanarak şansı kendi tarafına çekmesi kolay oluyordur?
Reita: Aslında ben de çok harika kullanamıyorum. (güler) Hatta daha hiç dokunmadığım konsollar bile var. Bir şeylerden hemen sıkılmamın sebebi de bu.

-Bas gitardan asla sıkılmamanı diliyorum o zaman. (güler)
Reita: Ondan asla bıkmam. Bas gitarım ve grubumuz için yaşıyorum. Kişiliğime şekil veren şeyler de bu ikisi. Eğer hayatımda onlar olmasaydı kesinlikle şu an olduğumdan çok daha farklı bir insan olurdum... eğer hayatımda bas olmasaydı, gerçekten çok korkunç olurdu.

-Yani anladığımım kadarıyla bu konu hakkında endişelenmemize gerek yok.
Reita: Evet, şu an için öyle bir şey yok. Saçlarımız beyazlamış olsa ve beşimiz hala rock müzik yapmaya devam ediyor olsak  gerçekten çok havalı bir şey olurdu bu bence.

-Bence en sonunda öyle olacaksınız!
Reita: Değil mi!? Bu aynı zamanda eski anılarımız ve problemlerimizle de bağlantılı bir şey olurdu, şu benim elektronik gitar mevzusu hariç tabii. (güler)

-Belki o zaman bir akustik grubu olursunuz?! (güler)
Reita: Evet! (güler) Ama biz, beşimiz, birlikte eğlenebildiğimiz sürece her şey yolunda olur. Ve ayrıca gelecekte hepimizin hemen evlenmesi gerekiyor diye düşünüyorum...

-Neden hepiniz birden böyle bir şey yapsın ki? (güler)
Reita: Şey, sadece kendi bencilce planlarım yüzünden, ama hepimiz çocuklarımızı aynı okula gönderirdik, aynı sınıfta olurlardı. (güler) Ve babalar çocuklarının spor işleriyle de uğraşmaz mı, yarışlarla falan... Bize de uğraşacak yeni bir rekabet konusu çıkar. (güler)

-Çocuklarınızı düşündüğünüz için yapmayacak mısınız bunu? (güler)
Reita: Ah onları boş versene, yine de bizim rekabetimiz olurdu bu. (güler) Gerçekte tabii böyle yapmazdık ama yine de eğlenmek için harika bir yol olurdu.

-Olması mümkün olmadığı için rahatça konuşuyorsun herhalde. (güler) Bu sportif aktiviteler hep sinir bozucu şeyler olmuştur. (güler)
Reita: Hayır, bu noktada belli bir birikim sahibi olduğunuz alana odaklanma eğilimi devreye giriyor sadece.

-Şaşırtıcı planların var, ha? (güler) Pekala şimdi de bir basçı ve Reita olarak ne planların olduğunu duymak isteriz.
Reita: Öncelikle bir şeyler hakkında çok endişelenmeyi bırakmayı planlıyorum. Vee, ritmi bütünleştiren üye olarak diğer üyeler tarafından biraz şımartılmak istiyorum. Bunun nasıl olacağı hakkında bir fikrim yok ama bunu düşünmelerini sağlamam da bir başarı olur. Ve ayrıca değişmez bir kişilik yaratmak istiyorum kendime. Sadece müzikten bahsetmiyorum, aynı zamanda insan ilişkilerinden de bahsediyorum. Ayrıca güvenilir bir ortamda olmayı isteyen biriyim. Gitar ve vokallerden bahsedecek olursak, bas'ta daha farklı ve yeni kendimi ifade teknikleri bulmayı amaçlıyorum. Bence bunu sahnenin arkada kalarak yapabilirim. Önde olmak bir hayal gibiyse ve yalnız hissettiriyorsa sanırım o da olabilir.

-Bas'ın bu farklı nitelikleri seni görünmez bir var olma isteğine itiyor.
Reita: Evet. Kai-kun'un ritmi oldukça iyi, ben de ona layık olmak istiyorum. Şu an davulların sesini duyduğumda ritme eşlik ederek, ritme uyacak şekilde çalıyorum. Ama bundan sonra bas'ı çalacağım ve Kai-kun bana eşlik edecek. Bu yönde hepimizin kendini geliştirmesini umuyorum, mesela Aoi-san ve Uruha çalarken Ruki de çığlığını uydurmalı onlara. (güler)

-Son konserlerde ritim oldukça yoğundu ve kendinizi ritme kaptırmanız oldukça barizdi. Bence bu hedefinizi geliştirme yolunda atılmış istikrarlı ve emin adımlar.
Reita: Belki de öyledir. Yapılan yorumlara göre Japon grupların ritimleri biraz zayıf. Amerikan gruplar ele alındığı zaman onlarındaki oldukça sert. Bu biraz geride kaldığımız bir konu. Japon olduğumuz için biraz daha susturulan bir milletiz. Japonlar genelde yaptıkları şeyleri belli kurallar çerçevesinde yaparlar, hemen boyun eğerler ona. Bu beni gerçekten rahatsız eden ve tartışmak istediğim konularda biri. (güler)

-Yine itirazlar yükseliyor. (güler)
Reita: Gerçekten de böyle şeyleri değiştirmek isterdim. Ayrıca dünyayı bununla ilgili bilinçlendirmekten de zevk duyardım.

-Buna dayanarak yeni single [LEECH] in diğer parçalarınıza göre kulağa daha farklı gelmesini buna bağlayabiliriz...
Reita: Evet, daha farklı bir çalışma oldu.

-Sakinlik ve asaletimizden ötürü Japonya'da müziğin kalitesinin düşük olduğunu düşünmüyorum. (güler)
Reita: Japonya'da farklı, havalı sesler bulmak biraz zor. Dediğim gibi farklı ülkelerin müzikleri daha havalı geliyor kulağa. Belki bu oradaki nem miktarına, insanlardaki elektriğe falan bağlıdır ama doğrusu bunlardan bahsetmek istemiyorum. Japonya'da da gerçekten harika parçaların çıkabileceğini göstermek  istiyorum. Fakat hala hedefimizden oldukça uzağız; ama her şeye rağmen yine de birkaç güzel parça çıkarabiliriz ortaya. Şu anki görevimiz bu.

-Gerçekten de bu uğraşlarınızı yansıtan bir çalışma çıkarmışsınız.
Reita: Evet, bence parçalarımız gittikçe başka ülkelerden insanların dikkatini de çekebilir. Japon müziği diğerlerine yenilmeyecek! Visual Kei şu anda Avrupa'da hızla yayılmıyor mu? Japonya'daki Kore patlaması gibi bir şeybbu da. (güler) (Koreliler'e karşı başlayan ani hayranlıklar.)

-Oldukça farklı bir tasvirdi. (güler)
Reita: Çünkü öyle ve büyük ihtimalle de sayısı giderek artacak bir şey. Her zaman bu olgunun nasıl işlediğini düşünüyorum.

-Oldukça sakin bir bakış açısı... (güler)
Reita: Ama çok mesafe kat ettiğinizi düşünüp aslında hep olduğunuz yerdeyseniz bu noktada yapabileceğiniz hiçbir şey de yoktur.

-Kesinlikle... Ama bu patlama bir noktada bir anda geçip gidebilir.
Reita: Bu noktada bu konu hakkında önceden sağlam bir temel oluşturabilmiş olmayı dilerdim. Böylelikle diğer ülkelerle  müzik ve şarkılarımız ve kendimiz -sanatçılar- arasındaki mesafeyi daha çok kapatmış olabilirdik. Bence söylediklerimi gerçekten hayata geçirmeliyim.

-Bu öyle kolay bir şey değil, ama böyle bir şeyi yapmaya kalkıştığın takdirde bu akımı etkileyebilmek için irade ve güç sahibi olman gerekir. Ve güç seni ele geçirebilir, oldukça tehlikeli bir şey bu.
Reita: Artık daha tehlikeli olacağız zaten. Bir savaşta her zaman mağlup olan taraf olarak kalamayız, değil mi?

-Kalamaz mıyız? (güler) Belki de. Sonsuza kadar böyle kalamaz ya.
Reita: Bir Japon'dan daha fazlası olmalıyız, yenilmiş bir milletten... Ve bu işin gerisini de getirmeliyiz...

-Her zaman kendine güvenmeyen insanlar olarak kalamayız.
Reita: Savaş bizim için bittikten sonra bile istediğimiz şeye tam olarak ulaşabileceğimizi sanmıyorum. Mesela başkaları tarafından kibar, centilmen insanlar olarak biliniyor ve anılıyor olmamız gerçekten çok hoş ama bu biraz değişik bir ses tonuyla söylendiği zaman bizi korkak, pısırık olarak çağırıyorlar gibi oluyor. (güler) (başkaları olayları farklı şekilde sündürüp kendilerine göre yorumlayabilir diyor)

-Bugün centilmen beyefendimiz Reita-san'ın itiraz ettiği birkaç şey var.. (güler)
Reita: Bu safhada ve içinde bulunduğumuz siyasette, bu her iki durum için de güç gereklidir. (güler)

-Bu durumda Japonya'nın bilinçsiz yapılanmış siyasal sistemi Reita-sensei'ye bırakılmalı, değil mi?
Reita:…bu durumda başbakan olabilir miyim? (güler)

-Olursan, cumhurbaşkanı için çalışıyor olursun, senin için uygun mu? (güler)
Reita: Bunu daha önce de söylemiştim:  Birgün cumhurbaşkanı olacağım.

-Alt çalışanlarının tavsiyeleri ve çalışmalarıyla da rahat bir hakimiyet sürebilirsin. (güler)
Reita: Hey bekle, ama bu rock müzikle ilgili olmazdı ki. Hemen eski alanıma geri dönmeliyim... (güler) Ama bence Japonya'yı değiştirebilecek tek insanlar siyasetçiler değil.

-Ama bunlar bir kişi ve etrafındakilerin kararına bağlı şeyler, değil mi ? (güler)
Reita: O zaman onlara yardımcı olalım? (güler) Ama bizim müziğimizin de bu konularda değişime katkısı olduğunu ve bu yolla diğer ülkelerde de bir Japon farkındalığı yaratabiliriz diye düşünüyorum. Eğer en sonunda bir şeyler oluşturabilirsek, bir efsane yaratabilirsek, bunun kolay kolay unutulabilecek bir şey olmayacağını düşünüyorum. (güler)
 


.•.*~~*.•.
 

Çevirilerimizi izinsiz kullanmaz ve paylaşmazsanız çok minnettar oluruz, okuduğunuz için teşekkürler :)

-Setenay

- Copyright © 2013 the GazettE Turkey